Bir zamanlar otoriter rejimler denildiğinde akla ilk gelen görüntü, tankların sokaklarda ilerlediği askeri darbelerdi. Bugün ise tablo köklü bir değişim geçirdi. Çağımızın yeni otoriterleri artık üniformalı generaller değil; takım elbiseli siyasetçiler. Sandığı, demokrasinin temeli olarak değil; meşruiyet damgası olarak kullanıyorlar. Bu yeni dönemin adı: seçimli otoriterlik.
Sandığı Kullanan Yeni Lider Tipi
Günümüzün güçlü liderleri seçimle işbaşına geliyor, fakat iktidara geldikten sonra seçimlerin anlamını ve fonksiyonunu sistematik biçimde aşındırıyorlar. Bunun en çarpıcı örnekleri dünyanın dört bir yanında karşımıza çıkıyor:
-
Vladimir Putin – 5.Dönem başkan seçilen Putin.. Rusya’da seçimler var ama rekabet yok. Muhalefet ya yargı yoluyla devre dışı bırakılıyor ya da sahneden fiziksel olarak siliniyor. Sandık sadece bir dekor işlevi görüyor.
-
Aleksandr Lukaşenko – 7.Dönem başkan olan Lukaşenko.. Belarus’ta seçimler, sonucu baştan belli bir tiyatroya dönüşmüş durumda. 2020 protestoları, seçmenin iradesinin nasıl bastırıldığını tüm dünyaya gösterdi.
-
Nicolás Maduro – 3.Kez başkan seçilen Maduro... Venezuela’da devlet gücü, medya ve yargı aynı elde birleşerek muhalefeti etkisiz kılıyor. Seçmen oy veriyor ama sonuçlar demokratik bir yarışın sonucu olmaktan uzak.
-
Daniel Ortega, Abdel Fattah el-Sisi, Hun Sen ve diğerleri – Asya’dan Afrika’ya, Latin Amerika’dan Doğu Avrupa’ya kadar uzanan liste uzayıp gidiyor ama burada kesiyorum... Birçok ülkede iktidarlar seçimleri bir vitrin, demokrasiyi ise bir gösteri olarak tutuyor.
Seçimli Otoriterlik Nasıl İşliyor?
Bu sistem darbeler gibi bir gecede ortaya çıkmıyor. Aksine, ağır ağır, adım adım ve toplumu alıştırarak kuruluyor.
Basın özgürlüğü kırpılıyor. Eleştirel medya susturuluyor veya ekonomik baskılarla diz çöktürülüyor. Halk gerçeğin sadece bir kısmını görüyor.
Yargı bağımsızlığı aşındırılıyor. Hukuk, iktidarın bir enstrümanına dönüşüyor. Seçim süreçlerine yapılan müdahaleler “yasal” görünüyor.
Seçim kuralları değiştiriliyor. Barajlarla, ittifaklarla, dar bölge oyunlarıyla iktidarın kaybetme ihtimali minimize ediliyor.
Muhalif adaylar kriminalize ediliyor. Adaylar ya yasaklanıyor ya itibarsızlaştırılıyor ya da fiziksel tehditlerle sahadan uzaklaştırılıyor.
Devlet kaynakları iktidar propagandasına dönüşüyor. Eşit yarış tamamen ortadan kalkıyor.
Sonuç olarak, sandık kalıyor ama içi boşaltılmış bir sandık… Demokrasi kalıyor ama ruhu kaybolmuş bir demokrasi…
Peki Halk Bunu Nasıl Engelleyebilir Dediğinizi Duyar Gibiyim
Bugünün seçimli otoriterlik dalgasına karşı toplumların elindeki en güçlü silah, uyanık ve örgütlü vatandaşlık bilincidir.
-
Sivil toplum örgütlenmesi şart. Sessiz kalan toplumlar daha hızlı teslim olur.
-
Özgür basın korunmalı. Gazetecilerin susturulması yalnızca bir mesleğin değil, toplumun tümünün karanlığa itilmesidir.
-
Seçim güvenliği sıradan vatandaşın görevi haline gelmeli. Oy vermek başlangıçtır; sandığı korumak ise devamıdır.
-
Gençlerin siyasete katılımı hayati önem taşır. Değişim en çok gençlerin cesaretiyle başlar.
-
Korkuya teslim olmamak gerekir. Otoriter liderler, insanların umutsuzluğundan ve “nasıl olsa değişmez” düşüncesinden güç alır.
Son Söz: Demokrasi, Ses Çıkaran Toplumlarda Yaşar
Demokrasi, ancak ses çıkaran toplumlarda yaşar.
Sessizce izleyen toplumlar, seçimli otoriterliğin en büyük işbirlikçisidir.
Ama iyi haber şu ki: Tarih boyunca hiçbir otoriterlik, uyanmış bir halkın karşısında uzun süre duramamıştır. Unutma, hiçbir karanlık sonsuza kadar sürmez; yeter ki biri bir mum yaksın, diğerleri onu görür.
Bu yüzden:
Uyan derin uykundan.
Çünkü demokrasi, ancak sen uyandığında hayat bulur.
Yorumlar
Kalan Karakter: