Bir gerçeği yazarsın, hedef olursun.
Bir yolsuzluğu ortaya çıkarırsın, kapına tehdit dayanır.
Bir yanlışlığı sorgularsın, mahkeme salonlarında sürünürsün.
Bazen de bedelini hayatınla ödersin.
Bu bedelleri yıllardır susmayan ve dik duran gazeteciler ödüyor.
Bu topraklar, susturulmaya çalışılan seslerin mücadelesiyle yoğruldu.
Uğur Mumcu, bir bombayla susturuldu.
Çetin Emeç, sokak ortasında kurşunlandı.
Abdi İpekçi, karanlık odakların kurşunlarıyla susturuldu.
Metin Göktepe, “görev başındayım” dedi, sağ çıkamadı.
ve susturulan niceleri...
Hepsi aynı soruyu sormuştu:
“Bu kirli düzen ne zaman temizlenecek?”
Bugün tablo farklı mı? Hayır.
Yöntemler değişti, baskı biçimleri değişti, ama zihniyet hala aynı. Bir gazeteci yanlış bir kelime yazsa, kapısı bir sabah ansızın çalınabilir. Bir haber paylaşsa, bir tweet atsa, özgürlüğünden mahrum bırakılabilir.
Peki gazeteciler sustuğunda kim konuşacak?
O zaman gerçeği söyleme sorumluluğu topluma geçer. Basının üzerindeki gölge büyüdükçe, her birey kendi hakkını, kendi sesini, kendi itirazını duyurmak zorunda kalır. Hakikat bir kişinin omzuna değil, bir ülkenin vicdanına emanet olur.
Gazeteci susturulursa toplum karanlığa mahkum olur.
Basın nefes alamazsa, toplum da nefes alamaz.
Türkiye’de gazeteci olmak neden bu kadar zor?
Çünkü ülkemizde en tehlikeli eylem, gerçeği konuşmaktır.
Bu topraklarda hakikat için bedel ödeyenler oldukça, karanlık hakim olamaz.
Yanan ışığı devam ettirmek hepimizin görevidir; gerçeğe sahip çıkmak, adaleti savunmak ve susturulmak istenen sesleri duyurmak da bu görevin bir parçasıdır.
Vicdanımın sesini dinleyerek, en gür sesimle söylüyorum:
FATİH ALTAYLI’YA ÖZGÜRLÜK!
#FatihAltaylıyaÖzgürlük
Yorumlar
Kalan Karakter: