Göçmenlerin ilk temas noktası olan şehirler ve kasabalar, barınma, eğitim, sağlık ve sosyal uyum gibi alanlarda hizmet üretmekle yükümlüdür. Bu bağlamda yerel yönetimlerin göçle başa çıkma kapasitesi, küresel ölçekte insan haklarının korunmasında kritik bir rol oynamaktadır.
Küresel göç hareketleri, şehirleri demografik, ekonomik ve kültürel açılardan derinden etkilemektedir. Özellikle büyük kentler, göçün ilk temas noktaları haline gelmekte ve bu durum, yerel yönetimlerin göçmenlerin karşılaştığı sorunlara doğrudan müdahale etmesini zorunlu kılmaktadır. Ulusal politikaların yetersiz kaldığı noktada, yerel yönetimlerin esnek ve hızlı çözüm üretebilme kabiliyeti ön plana çıkmaktadır.
Bu makalede, yerel yönetimlerin göç yönetimindeki rolü, uygulanan politikalar ve uluslararası örneklerle karşılaştırmalı olarak analiz edilmektedir.
Yerel yönetimler, göçmenlerin karşılaştığı çok boyutlu sorunlara yanıt vermede hayati rol oynamaktadır. Bu nedenle, kapsayıcı hizmet sunumu, ekonomik katılım, toplumsal uyum ve veri temelli yönetim anlayışı ile hareket etmeleri gerekir. Uluslararası örneklerden alınacak dersler, yerel düzeyde daha etkili ve sürdürülebilir göç politikaları geliştirilmesine olanak sağlar. Türkiye’deki yerel yönetimlerin de bu doğrultuda daha güçlü kapasiteye ve stratejik vizyona sahip olması önem arz etmektedir.
Temel hizmetlere erişim ve kapsayıcı hizmet sunumu, göçmenlerin yerel hizmetlere erişimi, uyum süreçlerinin en temel adımıdır. Barınma, sağlık, eğitim ve sosyal destek hizmetlerine engelsiz erişim, hem göçmenlerin yaşam kalitesini artırır hem de toplumsal gerilimleri azaltır. Örneğin, ABD’nin Philadelphia şehrinde kurulan “Welcome Center for New Pennsylvanians”, göçmenlerin barınmadan eğitime kadar çeşitli alanlarda rehberlik aldığı çok dilli bir danışma merkezidir.
Uyum ve entegrasyon politikaları, toplumsal uyum, yalnızca hizmet sunumuyla değil, aynı zamanda kültürel ve sosyal katılımı kolaylaştırıcı politikalarla mümkündür. İskoçya’da uygulanan “New Scots Refugee Integration Strategy”, göçmenlerin daha ilk günden itibaren topluma dahil edilmesini hedefleyen örnek bir yaklaşımdır.
Ekonomik katılımın desteklenmesi, göçmenlerin işgücüne katılımı, hem bireysel kalkınmaları hem de şehir ekonomisi için büyük önem taşır. ABD’de bazı şehirler, “Immigrant Affairs Office” gibi birimler kurarak göçmenlerin iş bulmasına, şirket kurmasına ve mesleki ağlara katılmasına yardımcı olmaktadır. Toplumsal uyumun ve barışın korunması, göçmen karşıtı söylemlerin artması, şehirlerde toplumsal barışı tehdit edebilir. Strong Cities Network gibi uluslararası ağlar, şehirlerin radikalleşmeye ve ayrımcılığa karşı kolektif çözümler üretmesini sağlar.
Veriye dayalı politika geliştirme, göç politikalarının başarısı, güncel ve doğru verilere dayalı analizlerle mümkündür. OPENCities Monitor, şehirlerin açıklık düzeyini ve göçmen dostu hizmet kapasitesini değerlendiren bir araç olarak Avrupa’da yaygın şekilde kullanılmaktadır.
Sivil toplum ve uluslararası kuruluşlarla iş birliği, yerel yönetimlerin kurumsal kapasitesi, ancak etkin iş birlikleriyle güçlendirilebilir. Cities Managing Migration projesi kapsamında Avrupa şehirleri, göçle ilgili iyi uygulamaları paylaşarak ortak sorunlara kolektif çözümler üretmektedir.
Göçün nedenleri temel olarak ekonomik, politik, sosyal ve çevresel olarak sınıflandırılabilir. Ekonomik nedenler arasında işsizlik, düşük gelir ve daha iyi yaşam koşulları arayışı yer alırken, politik nedenler arasında savaş, baskıcı rejimler ve insan hakları ihlalleri bulunmaktadır.
Çevresel nedenler ise iklim değişikliği, doğal afetler ve çevre kirliliği gibi unsurları içerir. Göç türleri ise gönüllü ve zorunlu göç olarak ikiye ayrılır. Gönüllü göçmenler, daha iyi bir yaşam için hareket ederken; zorunlu göçmenler, yaşadıkları ortamdan hayatta kalmak için ayrılmak zorunda kalan bireylerdir. Örneğin, Ukrayna-Rusya savaşı sonrası milyonlarca insanın Avrupa ülkelerine sığınması zorunlu göçe klasik bir örnektir.
Göçmen profili ve karşılaşılan zorluklar, göçmenlerin profili yaş, eğitim durumu, meslek ve göç nedeni gibi değişkenlerle farklılaşmaktadır. Yüksek vasıflı göçmenler teknoloji veya sağlık sektörlerinde istihdam edilirken; düşük vasıflı göçmenler genellikle hizmet veya tarım sektörlerinde çalışmaktadır. Göçmenlerin karşılaştığı başlıca zorluklar arasında dil bariyerleri, iş bulma zorlukları, barınma sorunları, sağlık hizmetlerine ulaşamama, ayrımcılık ve yasal statü belirsizliği yer almaktadır. Örneğin, ABD’de Latin Amerika’dan gelen göçmenlerin çoğu düşük gelirli işlerde çalışmakta ve sosyal hizmetlere erişimde engellerle karşılaşmaktadır.
Yerel yönetimler, göçmenlerin entegrasyon sürecinde öncü rol oynar. Bu süreçte sunulan hizmetler arasında acil barınma, sosyal yardımlar, dil eğitimi, iş bulma desteği, sağlık hizmetleri ve çocuklar için eğitim desteği bulunmaktadır. Almanya’nın Berlin kentinde yerel yönetimler tarafından kurulan ‘Welcome Center’lar göçmenlerin hızlı entegrasyonunu sağlamayı amaçlamaktadır. Benzer şekilde Kanada’nın Toronto şehri, göçmenlere yönelik bütüncül sosyal hizmetler politikaları ile dikkat çekmektedir.
Küresel göç politikaları ve yerel yansımaları, uluslararası göç politikaları, genellikle Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Göç Örgütü gibi yapılar tarafından şekillendirilmektedir. 2018 yılında kabul edilen Küresel Göç Mutabakatı, göçün güvenli, düzenli ve insani şekilde yönetilmesini öngörmektedir. Ancak bu politikaların uygulama düzeyi genellikle yerel yönetimlerin kapasitesine ve siyasi iradeye bağlıdır. İtalya’da bazı belediyeler göçmenlere karşı hoşgörülü politikalar geliştirirken, bazıları güvenlikçi yaklaşımları tercih etmektedir. Dolayısıyla yerel uygulamalar uluslararası politikaların başarısını doğrudan etkilemektedir.
Göçlerin kültürel etkileri, ev sahibi toplumların kültürel yapısını dönüştürürken aynı zamanda zenginleştirici bir rol de oynar. Farklı kültürlerin etkileşimi, yeni yaşam tarzlarının, sanatsal akımların ve mutfak kültürlerinin ortaya çıkmasına neden olur. New York’ta Çin Mahallesi ya da Paris’teki Kuzey Afrika mahalleleri bu etkileşimin somut örnekleridir. Ancak kültürel uyum süreci her zaman kolay olmayabilir. Bazı toplumlarda göçmen kültürüne yönelik önyargılar ve direnişler görülebilmektedir.
Göçmenlerin karşılaştığı sorunlara küresel çözümler, göçmenlerin entegrasyonu için dünya genelinde başarılı örnekler bulunmaktadır. İsveç’te her belediyede göçmen danışma ofisleri kurulması zorunludur. Hollanda, göçmenlere yönelik dil ve yurttaşlık eğitimlerini teşvik etmektedir. Bu tür iyi uygulamalar, diğer ülkelere örnek olabilecek stratejiler sunmaktadır. Küresel ölçekte iş birlikleri, bilgi paylaşımı ve ortak fonlar ile yerel yönetimlerin güçlendirilmesi büyük önem taşımaktadır.
Göçlerin demokrasiye etkileri, Göçmenlerin demokratik süreçlere katılımı, yerel demokrasinin güçlenmesine katkı sağlar. Bazı ülkelerde göçmenler yerel seçimlerde oy kullanabilirken; bazı ülkelerde bu hak yalnızca vatandaşlara tanınmaktadır. Göçmenlerin temsil hakkı, karar alma süreçlerine dahil edilmeleri demokratik toplumların gerekliliğidir. Örneğin, Belçika’nın bazı belediyelerinde uzun süreli ikamet eden göçmenler yerel meclislerde görev alabilmektedir.
Göçlerin nüfusa etkileri, şehirlerin nüfus yapısını değiştirir. Yaşlı nüfusa sahip Avrupa ülkeleri, genç göçmen nüfus sayesinde iş gücünü tazeleyebilmektedir. Ancak hızlı nüfus artışı, konut, sağlık ve eğitim gibi hizmetlerde yoğunluk yaratmaktadır. Ayrıca göçmenlerin belirli bölgelere yoğunlaşması, şehir içi sosyal ve mekânsal ayrışmalara neden olabilir. Örneğin, Londra’da bazı semtlerin tamamen göçmen nüfusu tarafından iskan edilmesi bu duruma örnektir.
Göçlerin politik etkileri, göç konusu, birçok ülkede iç siyasetin merkezinde yer almaktadır. Aşırı sağ partiler, göçmen karşıtı söylemleriyle oy kazanmakta ve toplumda kutuplaşmayı artırmaktadır. Öte yandan, kapsayıcı ve insan haklarını ön planda tutan politikalar benimseyen yönetimler de mevcuttur. Almanya’daki ‘Wir schaffen das’ (Bunu başarabiliriz) politikası, göçü bir tehdit olarak değil, bir fırsat olarak görmektedir.
Küresel göç, sadece ulusal değil yerel düzeyde de etkileri olan karmaşık bir olgudur. Yerel yönetimler, göçmenlerin ihtiyaçlarını karşılamak, sosyal uyumu sağlamak ve kültürel çeşitliliği yönetmek için merkezî bir rol oynamaktadır. Uluslararası iş birlikleri, iyi yönetişim, şeffaflık ve katılımcı politikalar sayesinde göç krizleri fırsatlara dönüştürülebilir. Bu bağlamda yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, küresel göç yönetiminde öncelikli bir strateji olarak ele alınmalıdır.